[Istanbul Diarys VII] Türk Polisi ve Basın Özgürlüğü

22. Mai 2014

Autor*in

admin

IMG_6360İstanbul’a 1 Mayıs için gelmiş olan tek gazeteciler bizler değildik.
Frankfurt’tan bazı arkadaşlarımız da bir video-belgesel çekmek amacıyla gelmişlerdi. Bu Erdoğan’ın köpeklerinin pek hoşuna gitmedi ve arkadaşlarımız sivil polisin hedefi hâline geldiler. Yoldaşlarımızın yaşadıklarını sizlere aktarıyoruz.

1 Mayıs bizim için erken başladı, 26 Nisan 2014 günü. Gezi eylemlerinden sonra, Gezi eylemlerinin Türkiye toplumuna etkilerini kayıt altına almak amacıyla bir kez daha İstanbul’a gittik. Bunun bir parçası olarak farklı insanlarla röportaj düzenlemek amacıyla randevular aldık. İHD (İnsan Hakları Derneği), ÇHD (Avukatlar), sendikalar (DİSK ve KESK), gazeteciler, BDP, HDP, CHP, TGB gibi partiler ve pek tabi ki devrimci gruplar vardı bu isimlerin arasında.

Ziyaretimizin ikinci ya da üçüncü gününde takip altında olduğumuzu fark ettik. Bu bizi pek şaşırtmadı çünkü aynı deneyimi Gezi ayaklanması sırasında da yaşamıştık. 29 Nisan günü oldukça canlı olan İstiklâl Caddesi’nde bir avukatla röportaj yapmak amacıyla buluşacaktık. Olması gerekenden biraz daha dakik davrandık ve onu beklememiz gerekti. Kısa bir süre sonra dört kişilik bir grup bizlere nasıl olduğumuzu ve İstanbul’u beğenip beğenmediğimizi sordular. Anında bir şeylerin ters gittiğinin farkına vardık. Gazi’den kimi arkadaşlarımız bizlere zaman içerisinde sivil polisleri ayırt edebilme yeteneği kazanacağımızı söylemişlerdi, durum tam da buydu. Duruma uygun olarak oldukça baştan savma cevaplar verdik ve bizlere bir sorun çıkarmamamız ve onları takip etmemiz gerektiği söylendi. Sorunun ne olduğu konusundaki sorumuza sivil polisler (bizlere hâlen polis olduklarını gösteren herhangi bir rozet ya da resmî belge göstermemişlerdi), sorunun ne olduğunu pek de iyi bildiğimizi söyleyerek cevap verdiler. Bizi kollarımızdan tuttular ve çantalarımızı aldılar. Bunun üstüne çevremizde bulunan insanlara Almanya’dan gelen gazeteciler olduğumuzu ve sebepsizce bu insanların bizleri alıkoyduğunu bağırarak bildirdik. Bunun üzerine toplanan bir kalabalık oldu ama oldukça geç kalmıştık, hâlihazırda polis aracına bindirilmiştik. Aracın içerisinden insanların fotoğraflar çektiklerini ve telefonla birilerini aradıklarını gördük. Daha sonra İnsan Hakları Derneği’ne haber verdiklerini öğrendik.

Aracın içerisinde bizimle kimse konuşmadı. Sakinlikleri karşısında oldukça şaşırmıştık. Telefonlarımızı ve kamera ekipmanlarımızı aldılar. Tarlabaşı karakoluna vardığımızda arabadan çıkartıldık ve içeriye taşındık. Kimliklerimizi ve pasaportlarımızı aldılar. Sormamıza karşın hâlen bize bütün bunların neden olduğunu açıklamamışlardı. Şimdi insanların gözlerinden uzaktık ve bize karşı tavırları daha da sertleşmişti. Bize bağırdılar ve bizi tokatladılar. Bir arkadaşımız bir IMG_6372yetkili tarafından tekmelendi. Kendimizi korumaya ve oldukça zorlanarak bizi sorgu odasına götürmelerine engel olmaya çalıştık. Sorgu odasında bizlere sorular sormaya başladılar: neden burada bulunduğumuzu, neden o insanlarla buluştuğumuzu sordular. Görünüşe göre geçirdiğimiz bütün bu zaman boyunca bizleri takip etmişlerdi, nerede ve hangi vakit orada olduğumuzu dile getiriyorlardı. Onlara yabancı ülkelerden gelen gazeteciler olduğumuzu ve çektiğimiz bir belgesel sebebiyle farklı insanlarla, farklı örgütlerle ve farklı partilerle görüştüğümüzü söyledik. Telefon açmak istediğimizi ve bir avukat istediğimizi söyledik. İki talebimiz de reddedildi. Sonuç olarak tek bir kelime daha etmemeye karar verdik. Ya avukat getireceklerdi, ya da hiçbir şey söylemeyecektik! Bir memur suratımıza gülerek avukatla olan randevumuzu kaçırdığımızı ve şimdi onsuz idare etmemiz gerektiğini söyledi.

Bize çay ikram ettiler ancak onları sertçe reddettik. Bir tane polis tepkimize şu yorumu yaptı: “Tipik solcular işte. Düşmandan hiçbir şey almayın.” Beklememiz gerekti. Tekrar tekrar bize sorular sordular, hiçbirini cevaplamadık. Onlara avukatlarımızı aramadan hiçbir soruya cevap vermeyeceğimizi ve bunun gazeteciliğin kendisine bir saldırı olduğunu söyledik. Bu yaklaşık olarak bir buçuk saat boyunca devam etti. Sonu gelmeyen sorgulamalardan sonra bizleri yabancı solcular olmakla ya da Türkiye’deki sol yapılarla kısmî olarak ilişki içerisinde bulunmakla suçladılar ve bizim ajan provokatörler olduğumuzu iddia ettiler.

Kısa bir süre sonra bizlere politik içerikli sorular sormaya başladılar. Gezi, AKP, Kürtler, devrimci sol yapılar vs. hakkındaki görüşlerimizi sordular. Şunu fark ettik ki, a) aramızda bölünmedik (arkadaşım ve ben), ki bunun böyle olacağını tahmin ediyorduk, b) bizlere yaptığımız röportajlarla alâkalı sorular soruluyordu.

Bu bizlere yaptığımız kayıtların izlenmiş olduğunu (ya da en azından haricî diskte bulunan kısımların) ve kaydını yaptığımız insanların tehlike içerisinde olduğunu gösterdi. Kritik fikirlerini dile getirmişti bu kişiler.

Polislerle çekimlerimiz konusunda soru sormalarının yasalara aykırı olduğu konusunda yüzleşmeye gittiğimizde “Ne yasası? Ne diyorsun sen?” dediler. Çekimlerimizi polislerle bir kez daha izlemek zorunda kaldık ve çekimleri bize geri vermeyeceklerini öğrendik. Yaptıkları basın özgürlüğünün ihlâli anlamına geldiğinden ve kayıtların henüz bir kopyasının olmamasından dolayı kayıtları almak konusunda ısrarcı olduk. Bu talebimizden sonra bizi yine itip kakmaya başladılar. Bizi tutup dövdüler. Olay biraz sakinleştikten sonra ve bizler orada en azından bir hafta kalacağımızı düşünmeye başladıktan sonra işler birIMG_6426 anda beklenmedik bir şekilde değişti. Bize gerilmeye gerek olmadığını ve gidebileceğimizi söylediler. Ekipmanlarımızı ve telefonlarımızı verdiler. Ekipmanlarımızı kontrol ettik ve bütün kayıtların gittiğini gördük. Her şey silinmişti! Bunu görünce yeniden tartışmaya başladık ve bize bağırıp bizi dışarı attılar. Bize, “eğer burada birkaç gün daha geçirmek istemiyorsanız gidin!”, dediler. Dışarıdaydık, özgürdük en azından tutuklanmamıştık ancak bütün kayıtlarımız gitmişti. Kayıtlarımızı gün gün güncelliyorduk.

Bu olayı tanıdığımız bir avukata anlattık ve hâlen ondan bir cevap beklemekteyiz. Kendisi bizlere sürecin zor olacağını çünkü bu uygulamaya ilişkin herhangi bir kaydın olmadığını söyledi, polis dahi bir rapor yazmamıştı. Olayın bizimle değil, görüştüğümüz kişilerle alâkalı olduğunu fark ettik. Türkiye hükûmetin korktuğunu gördük. Bu AKP hükûmetinin bir güç gösterisi değil, tam aksine baskısı ve vahşiliği yoluyla ifade ettiği tedirginliğinin bir dışavurumuydu. İstanbul’da bulunduğumuz sekiz gün boyunca dikkatimizi çeken bir şey varsa, o da Türkiye’de pek çok şeyin değiştiğiydi. Gezi’den bu yana insanların korkusu ortadan kaybolmuştu.

Schreibe einen Kommentar Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert